Uzun bir yıl. Upuzun. Bir eylülden diğerine. Bir kıştan diğerine… Bir bahardan diğerine…
Mevsim dönümleri, ölüm dönümleri gibidir. Bir kayboluşun ve bir yeniden varoluşun sessiz kaydıdır, zamana dökülen…
Sonbahar ölümlerin zamanıdır.
En sevilenler sonbaharda gider; yaprak dökümü gibi olur gidişleri.
Onunla beraber bir tarafın daha gider, eksilerek yeniden kendini var etmenin yolunu bulursun.
Geçtiğimiz günlerin birinde, bir arkadaşım, uzun zamandır üzerine çalıştığı bir hikaye gönderdi…
Hikayeyi okurken daldım çok.
Bazen sadece filmlerde olur, dediğin hikayelere tanık olursun. Çok uzaklarda geçtiğini düşünürsün. Oysa senin yanı başında ya da yüreğinin en derininde yaşanmıştır.
Bu benzer bir hikayeydi. Sakince başlayan ve bir çok yanıyla bir anda travmaya dönüşüveren hikaye. Türlü açmazların birbirine girdiği ve o açmazların bir başka açmazı daha körüklediği bir hikaye.
Bir İstanbul hikayesi kadar basit, bir o kadar da derin.
Hikaye düşündürdü şunu: insan, kendini, bir ötekinin açtığı yarayı açık bıraktığı sürece, yara aynı yerden kanar.
Bir travma ne kadar canlı yaşanırsa, o travma aynı yerden başka biçimlerde yaşanmaya devam eder…
Hayat, dönümlerden ibarettir. Alınan kararlardan, vazgeçilen yollardan ve seçilen yeni yollardan.
Bu tükenişin değil, bir yeniden varoluşun hikayesidir.
Mevsimler dönmeye, bulutlar değişmeye; renkler yeniden var olmaya başladığı zaman farklı hikayeler; başka şekillerde var olmaya devam edecek.
Sonbahar, dönümlerin zamanıdır.
Hayatın sonlu olduğunu bildiğin sürece, bahçıvanın söylediği gibi, ıslığını çalıp yola devam etmen gerekir.
Kanamanın kaynağını bulup, yaranı sarmadığın sürece, “bu mendil hep kanar…”
Bir sonbahar şarkısı yazdırdı tüm bunları sana not diye…
Bir Cevap Yazın